İbrahim Tığlı

Anadolu Ajansı Afrika Temsilcisi

Nijerya’da çölde bize şöyle sordular; “Osmanlı bugün de yaşıyor mu?”

 

Osmanlı’nın Afrika’da 400 yıl kadar kaldığını biliyoruz. Bugün baktığımızda geçmişin izleriyle Afrika’nın Türklere bakışı nasıl? Türkler nasıl görülüyor Afrika’da? Afrika ile Türkiye ilişkileri ne durumda?

Öncelikle şunu söylemek lazım. Afrikalı kahramanların bir Osmanlı Devleti’ne bir bağlılığı vardır. Bu bağlılık günümüzde de yansımalarını devam ettirmektedir. Bunların en bariz örneklerinden birisi Sudanlı Musa. Sudanlı Musa’nın taşıdığı değer, yıllar boyunca Sudan halkına da bir temsil özelliği olmuştur.

Bugün Darfur’a gittiğinizde, Hartum’a gittiğinizde, Kordofan bölgesine gittiğinizde sizin Türk olduğunuzu duyunca hemen Musa’dan bahsederler. Bunun nedeni Musa’nın taşıdığı, yüklendiği anlamla sizin aranızda kurulan ilişkidir. Mesela Hartum şehrine gittiğinizde Türk bayraklarını görürsünüz bazen. Bu Türk bayraklarının nerden olduğunu öğrenmek isterseniz sizin karşınıza hemen bir Musa çıkar, Ali Dinar çıkar. Bunlar önemlidir.

Bu, sadece Sudan için geçerli değil. Diğer ülkeler için de; Nijerya için de, Nijer için de geçerlidir. Hatta bir defasında bizim Nijerya’ya bir yolculuğumuz olmuştu. Yolcuğumuzda bize Osmanlı’yı sormuşlardı. Bir kırsal kesimdi. “Osmanlı hala devam ediyor mu?” demişlerdi. Biz buna şaşırmıştık.

Yine Mozambik’te mesela, hala Osmanlı Devleti’nin bariz izlerini görürsünüz. Mozambik neresi Osmanlı Devleti neresi diye düşünebilirsiniz ama orada insanlar Musa Bin Bik’in Osmanlı olduğunu dahi düşünürler. Özellikle doğu bölgesinde bazı kalıntı camiler vardır. Bu camilerin Osmanlı tarafından yapıldığını söylerler. Yani bu bir nevi Osmanlı Devleti’yle Afrika arasında kurulan ilişkinin bir göstergesidir.

Bunun en bariz örneklerinin birisi Güney Afrika’dır. Güney Afrika’daki Cape Town şehrinde Osmanlı Devleti’nin göndermiş olduğu âlim bir zat yaşamaktadır. Ebubekir Efendi’nin etkisi günümüzde de yansımalarını sürdürmektedir. Orada Türk deyince akla “efendayliz”, yani Ebubekir Efendi’nin soyundan gelenler gelir. Sizin Türk olduğunuzu öğrenince hemen etrafınızda kümelenirler ve Ebubekir Efendi’nin yaptıkları anlatılır.

Ebubekir Efendi Güney Afrika’da çok büyük hizmetler yapmıştır. Yaklaşık 20 yıl orada yaşamış, oranın eğitim, kültür, hukuk alanlarında önemli çalışmalarda yer almıştır. Örneğin kızlar arasında eğitim veren ilk okulu Ebubekir Efendi açmıştır o bölgede.

Yine bunun yansımalarını biz Nijerya’da da görüyoruz, Mali’de de görüyoruz. Mali’de, Bamako’da dolaştığınızda sizin Türk olduğunuzu öğrenince hemen size şunu söylerler: “Çanakkale Savaşı’na giden Afrikalılar vardı, Malililer vardı. Orada şehit olmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin yanında savaşmışlardı.” Gerçekten de tarihi belgelerde vardır bu. Senegal’den, Mali’den Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransızların yanında savaşmaya gidenler, daha sonra Türklere karşı savaştıklarını görünce Osmanlı taraflarına geçmişlerdir.

Kahramanların müthiş bir etkisi var. İşte Sudanlı Musa’nın Sudan üzerinde bir etkisi var. Ebubekir Efendi’nin işte Güney Afrika’da önemli bir etkisi var. Yine Ali Dinar’ın Sudan’da önemli bir etkisi var. Örneğin Darfur bölgesinde Ali Dinar’ın müthiş bir etkisi vardır. Ali Dinar sanki Sudan ile Osmanlı Devleti arasındaki bağı sağlayan kimsedir. Yine aynı şekilde Zimbabve’de, Zambiya’da bile Osmanlı Devleti’nin etkilerini görebilirsiniz. Uganda’da mesela bir Osmanlı paşası vardır, Emin Paşa. Gerçi sonu çok feci olmuştur ama Türkler deyince size hemen Emin Paşa’yı gösterirler. Bunun çok örnekleri vardır.

Bu kahramanların Osmanlı ile, şu anda da Türkiye ile Afrika arasında bir köprü özelliği taşıdığını görürüz. Hem bunu o bölgeye giden Türkler yapmış, hem de kendilerini Osmanlı hisseden, Türkler’le birlikte hisseden bu kişiler yapmışlardır. Musa’nın Trablusgarp’taki mücadelesi, Musa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki verdiği mücadele, Osmanlı Devleti’ne bağlılığı daha sonraki Sudan halkı için de önemli bir etki bırakmıştır. Bugün hala Sudan-Türkiye ilişkilerindeki temel noktalardan birisinin de bu kahramanların bina ettiği çalışmalar olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün biz Sudan’a gittiğimizde derinlikli olarak bir Türk sevgisi görüyoruz. Bu ilginin arkasında bu kahramanların verdiği mücadele yatmaktadır. Bugün Sudan’da iş yapan firmaların Türklerden seçilmesinde en önemli etki Türkiye’ye olan sevgidir.

Bunu biz Burkina Faso’da da görüyoruz. Burkina Faso neresi, Osmanlı Devleti neresi… Siz Türk firması deyince, Türkler geldi deyince size karşı değişik bir ilginin olduğunu görüyorsunuz. Osmanlı Devleti’nin bundan 200 yıl kadar önce Burkina Faso ile, Nijer bölgesiyle kurduğu ilişkinin, hatta Gana ile kurduğu ilişkinin temellerinde bile ta o sıralarda Osmanlı Devleti’nin sefirlerinin o bölgeye gönderilmesinin büyük bir etkisi var. Bunlar unutulmuyor o bölge halkı tarafından ve yaşatılıyor.

 

“Siz Abdülhamid’in
çocukları mısınız?”

 

Harar bölgesi var Etiyopya’da. Harar’a gittiğinizde Ahmet adında bir ilim adamı vardır. Meşhurdur. Âmâ birisidir kendisi. Ve sizi ilk karşılayan odur. Ve sorar size: “Siz Osmanlı’nın, Abdülhamid’in çocukları mısınız?” der. Çünkü Abdülhamid o bölgeye ilk camiyi yaptıran insandır. Yine Kızılay’ı o bölgede kuran kimsedir. Yine oraya Osmanlı sefirini gönderen kimsedir. Yani Osmanlı Devleti’nin Etiyopya’daki Harar’daki izlerini, o âmâ alimin anlattıklarında görebilirsiniz. Ve o der ki size “Siz bizim efendilerimizsiniz.” Bu “efendiler” terimi negatif olarak anlaşılmamalı. Siz bize sahip çıkanlarsınız. Çünkü Hristiyan Etiyopyalılar karşısında bize en büyük desteği veren sizlersiniz der.

Bugün Somali kıyılarında bir Osmanlı varlığının etkisini görmekteyiz. Somali’de yaşayan halkın Türkiye’ye bağlılığının temelinde Osmanlı’nın o bölgeye yapmış olduğu yardımlar vardır. Yine Eritre’de o bölgedeki adalarda Osmanlı deyince akla hemen Türkler gelmektedir.

Çok ilginç bir örnek Zanzibar’dır. Zanzibar’a Osmanlı Devleti’nin çok fazla etkisi olmamıştır. Ama Zanzibar’da yine Türkler deyince akla Osmanlı gelir. Çünkü Zanzibar’a gelen Osmanlı tüccarları orada farklı bir hem ekonomik hayat hem de sosyal hayat inşa etmişlerdir. O bölgeye gelen Ummanlılar ve Yemenliler genellikle halkı köle olarak değerlendirmişler. Fakat Osmanlı Türkleri halkı kendilerinden bir sınıf olarak görmüşler, kendileri gibi onlara değer vermişlerdir. Hatta bu yüzden orda bir söz vardır. Türk gibi olmak diye, Zanzibar’da. Bunun örneklerini çok sayıda Afrika ülkesinde görebiliriz.

 

Osmanlı-Afrika ilişkisi üzerinden bugüne baktığımızda, bugün hangi seviyedeyiz, nasıl bir projeksiyona sahip olmalıyız?

Türkiye-Afrika ilişkileri istenilen noktada değil. Türkiye’nin Afrika açılımı 2005 yılında başladı. Bu açılım bir nevi köklerden yeniden doğdu denilebilir. Çünkü o tarihe kadar Kuzey Afrika dışında çok ciddi bir Türkiye-Afrika ilişkilerinden söz etmek mümkün değildi. Bakın 2005 yılından itibaren aşama aşama başladı bu. Fakat bu kesinlikle yeterli değil.

Şu anda biz hala Afrika’yı tanıma aşamasındayız. Afrika’da var olmak aşamasında değiliz henüz. Çin’in, İngiltere’nin, ABD’nin, Fransa’nın hatta Portekiz’in Afrika’da etkisi çok çok fazladır. Bizim avantajımız şu. Bunlar bir sömürgecilik geleneğinden geliyorlar ve kurduğu ilişki sömürgecilik sonrası bir ilişki. Bizimkisi öyle bir şey değil. Karşılıklı herkesin eşit olduğu, eşit planda işler yaptığı bir ilişki. Bu noktada bizim avantajımız var fakat biz yolun çok çok başındayız.

Bugün kurulan ilişkiler artık birebir ilişkiler olmaktan çıkmalı. Biz daha önce ne yapıyorduk? Sudan’la ilişkiler kuruyorduk. Somali’yle ilişkiler kuruyorduk. Artık bu ilişkilerin boyutunun biraz daha değişmesi gerekiyor. Bu ilişkiler daha çok bölgesel ağırlıklı ilişkiler zemininde olması gerekiyor. Eğer biz Kenya’yla ilişki kuracaksak bunun Somali’yi etkilemesi gerekiyor, Etiyopya’yı etkilemesi gerekiyor, Cibuti’yi etkilemesi gerekiyor. Gana ile ilişki kuracaksanız Liberya’yı, Nijerya’yı, Sierra Leone’yi etkilemesi gerekiyor. Daha bölgesel ilişkiler içerisine girmemiz lazım.

 

“Afrika’da bazı ülkelerde
Çin’in bile önündeyiz”

 

Bir diğer nokta da şu. Türkiye’de Afrika yeterince tanınmıyordu. Fakat bazı çalışmalarla son yıllarda tanınmaya başladı. Afrikalılar Türkiye’yi yeterince tanımıyor. Artık biz Afrikalılara Türkiye’yi tanıtma dönemine girmeliyiz. Şu aşamayı geçtik. Artık Türkiye’de Afrika denince bir algı oluşuyor, belli bir potansiyel olduğu anlaşılıyor. Ama Afrika’da Türkiye deyince nedir, bunun hatlarını biz genel olarak Afrika insanına göstermek zorundayız. Bu noktada daha yeniyiz. Fakat hükümetin yaptığı çalışmalar bütün hızıyla sürüyor ve Afrika’da Türk Hava Yolları’nın, TİKA’nın, Anadolu Ajansı’nın önemli çalışmaları var. Bu sayede Türkleri daha da yakından, Türkiye’yi de daha da yakından tanıyorlar ve Türkiye-Afrika ilişkilerinde önemli dönüm noktaları artık yavaş yavaş gerçekleşmeye başladı. Hatta bazı ülkelerde Türkiye Çin’in dahi önüne geçmeye başladı. Şu anda bilindiği üzere Çin, Afrika’nın yaklaşık büyük bir bölümünde ABD’den, Fransa’dan daha fazla etkiye sahip. Fakat şu anda bazı ülkelerde Türkiye’nin Çin’den daha fazla etkili olduğunu da görebiliyoruz. Bu daha başlangıç… Biz Türkiye-Afrika ilişkilerini daha iyi, güçlü bir zemine kaydırmayı düşünüyoruz.

 

“Dönüştürmeyi değil, yardımcı olmayı ve birlikte gelişmeyi öncelemeliyiz”

 

Sudanlı Musa gibi öncü isimlerle olan  gönül bağı ile birlikte Türkiye-Afrika ilişkilerinin seviyesi daha da yükselir mi, ne dersiniz?

Şimdi biz Afrika’ya yaklaşırken öncelikle yardım örgütleri vasıtasıyla, yardım dernekleri vasıtasıyla yaklaştık ve Afrika’yı böyle sıkıntılar içerisinde, acılar içerisinde, problemler yaşayan bir kıta olarak gördük. Aslında bu bir açıdan doğru bir açıdan yanlıştı. Afrika’ya yaklaşırken yine tamamen dini değerlerimizi ön planda tuttuk. Bu bir açıdan doğru, bir açıdan yanlıştı.

Yanlışlığı şurada. Şimdi Afrika’yı genel olarak düşünmek gerekiyor. Afrika’yı bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Afrika’yı bölmemek gerekiyor. Müslüman Afrika, Hristiyan Afrika, Animist Afrika olarak bölmemek gerekiyor. Çünkü bu bölgeye zaten Hristiyanların, misyonerlerin girişi, mesela Tanzanya’ya, 19. yüzyıldadır. Kenya da öyleydi mesela. Kenya’da yüz yıl önce Müslümanların nüfusu yüzde 60’tı. Şu anda yüzde 10. Bir dönüşüm var. Bir Hristiyanlaştırma çabaları var. Biz bu noktada onları bir dönüştürmeye yönelik değil onlara yardımcı olarak, onları destekleyerek, onlarla birlikte olarak bu işin içerisinde olmamız gerekiyor. Yoksa biz İngilizlerin, Fransızların yaptığından farklı bir şey yapmış olmayız. Kendi dinimizi götürmek, kendi kültürümüzü götürmek, kendi sanatımızı götürmek… Böyle bir anlayışa kesinlikle bulaşmamamız gerekiyor. İslam medeniyeti zaten evrensel bir medeniyet. İslam medeniyeti var olan medeniyeti yıkmaz, o medeniyete katkıda bulunur. Afrika kültürü çok zengin bir kültür. Biz o Afrika kültürünü yok etmek yerine Afrika kültürünü İslam’la taşıdığımız değerlerle zenginleştirme yoluna gitmeliyiz. Ve yine tercihleri onlara bırakmalıyız. Onları kendimiz yapmamalıyız. Afrika’yı Afrika olarak görmeliyiz.

Bu anlamda İslam’ın önemli bir etkisi var. Sadece Kuzey Afrika’da değil, Orta Afrika kuşağında da İslam’ın önemli bir yansıması var. Fakat bunu ayırt edici bir özellik olarak kullanmamalıyız. Eğer bunu bir farkındalık olarak oluşturursak bu ileride bizim hem Afrika insanına hem de bizim kendi insanımıza algısına zarar verir. Bu yoldan kesinlikle kaçınmamız gerekir. Fakat biz onlara ne olduklarını hatırlatmalıyız. Kenya’daki Müslümanlara, Tanzanya’daki Müslümanlara, Mozambik’teki Müslümanlara, Güney Afrika’daki Müslümanlara ne olduklarını hatırlatmalıyız. Özellikle Güney Afrika İslam bağlamında önemli bir ülke. Orada Müslümanların nüfusu çok az olmasına rağmen bir görünürlüğü var. Bu görünürlük üzerinden biz karşılıklı ilişkileri geliştirebiliriz ve Güney Afrika biliyorsunuz Afrika’nın güneyinin giriş kapısı. Güney Afrikalı Müslümanlar yoluyla biz Güney Afrika’da güçlü temeller atabiliriz. Sağlam ilişkiler kurabiliriz.

Bunu aynen Mozambik’te de yapabiliriz. Somali’de de yapabiliriz. Fakat bunları yaparken kesinlikle şuna dikkat etmemiz lazım. Etnik ve dini farklılıklar arasındaki çatışmalarda rol oynamamız gerekiyor. Bizim o problemleri ortadan kaldırıcı, çözümleyici olmamız gerekiyor. Örneğin Fransızların Somali’de yaptıkları, İngilizlerin, İtalyanların Somali’de yaptıkları hataya düşmememiz gerekiyor. Bugün Somali niye bu problemleri yaşıyor? Çünkü Somali dört bölgeye ayrılmış durumda: İngiliz Somali’si, Fransız Somali’si, İtalyan Somali’si ve Etiyopya Somali’si. Yani bugünkü Somali’nin yaşadığı problemlerin temelinde sömürgecilerin yıllardır o bölgeye uyguladıkları yaptırımlar var. O bölgeyi yeniden inşa etme korkuları var. Bizim bu korkulara yaklaşmamamız gerekiyor. Afrika’yı bir bütün olarak kabul etmemiz gerekiyor. Afrika’yı bir kültür olarak kabul etmemiz gerekiyor. Onların bize bir şeyler vermesi, bizim de onlardan bir şeyler almamız gerekiyor. Yani Cumhurbaşkanımızın dediği “kazan kazan” politikasıyla hareket etmemiz gerekiyor bütün alanlarda.

2019

Nijerya’da çölde bize şöyle sordular; “Osmanlı bugün de yaşıyor mu?”

 

Osmanlı’nın Afrika’da 400 yıl kadar kaldığını biliyoruz. Bugün baktığımızda geçmişin izleriyle Afrika’nın Türklere bakışı nasıl? Türkler nasıl görülüyor Afrika’da? Afrika ile Türkiye ilişkileri ne durumda?

Öncelikle şunu söylemek lazım. Afrikalı kahramanların bir Osmanlı Devleti’ne bir bağlılığı vardır. Bu bağlılık günümüzde de yansımalarını devam ettirmektedir. Bunların en bariz örneklerinden birisi Sudanlı Musa. Sudanlı Musa’nın taşıdığı değer, yıllar boyunca Sudan halkına da bir temsil özelliği olmuştur.

Bugün Darfur’a gittiğinizde, Hartum’a gittiğinizde, Kordofan bölgesine gittiğinizde sizin Türk olduğunuzu duyunca hemen Musa’dan bahsederler. Bunun nedeni Musa’nın taşıdığı, yüklendiği anlamla sizin aranızda kurulan ilişkidir. Mesela Hartum şehrine gittiğinizde Türk bayraklarını görürsünüz bazen. Bu Türk bayraklarının nerden olduğunu öğrenmek isterseniz sizin karşınıza hemen bir Musa çıkar, Ali Dinar çıkar. Bunlar önemlidir.

Bu, sadece Sudan için geçerli değil. Diğer ülkeler için de; Nijerya için de, Nijer için de geçerlidir. Hatta bir defasında bizim Nijerya’ya bir yolculuğumuz olmuştu. Yolcuğumuzda bize Osmanlı’yı sormuşlardı. Bir kırsal kesimdi. “Osmanlı hala devam ediyor mu?” demişlerdi. Biz buna şaşırmıştık.

Yine Mozambik’te mesela, hala Osmanlı Devleti’nin bariz izlerini görürsünüz. Mozambik neresi Osmanlı Devleti neresi diye düşünebilirsiniz ama orada insanlar Musa Bin Bik’in Osmanlı olduğunu dahi düşünürler. Özellikle doğu bölgesinde bazı kalıntı camiler vardır. Bu camilerin Osmanlı tarafından yapıldığını söylerler. Yani bu bir nevi Osmanlı Devleti’yle Afrika arasında kurulan ilişkinin bir göstergesidir.

Bunun en bariz örneklerinin birisi Güney Afrika’dır. Güney Afrika’daki Cape Town şehrinde Osmanlı Devleti’nin göndermiş olduğu âlim bir zat yaşamaktadır. Ebubekir Efendi’nin etkisi günümüzde de yansımalarını sürdürmektedir. Orada Türk deyince akla “efendayliz”, yani Ebubekir Efendi’nin soyundan gelenler gelir. Sizin Türk olduğunuzu öğrenince hemen etrafınızda kümelenirler ve Ebubekir Efendi’nin yaptıkları anlatılır.

Ebubekir Efendi Güney Afrika’da çok büyük hizmetler yapmıştır. Yaklaşık 20 yıl orada yaşamış, oranın eğitim, kültür, hukuk alanlarında önemli çalışmalarda yer almıştır. Örneğin kızlar arasında eğitim veren ilk okulu Ebubekir Efendi açmıştır o bölgede.

Yine bunun yansımalarını biz Nijerya’da da görüyoruz, Mali’de de görüyoruz. Mali’de, Bamako’da dolaştığınızda sizin Türk olduğunuzu öğrenince hemen size şunu söylerler: “Çanakkale Savaşı’na giden Afrikalılar vardı, Malililer vardı. Orada şehit olmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin yanında savaşmışlardı.” Gerçekten de tarihi belgelerde vardır bu. Senegal’den, Mali’den Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransızların yanında savaşmaya gidenler, daha sonra Türklere karşı savaştıklarını görünce Osmanlı taraflarına geçmişlerdir.

Kahramanların müthiş bir etkisi var. İşte Sudanlı Musa’nın Sudan üzerinde bir etkisi var. Ebubekir Efendi’nin işte Güney Afrika’da önemli bir etkisi var. Yine Ali Dinar’ın Sudan’da önemli bir etkisi var. Örneğin Darfur bölgesinde Ali Dinar’ın müthiş bir etkisi vardır. Ali Dinar sanki Sudan ile Osmanlı Devleti arasındaki bağı sağlayan kimsedir. Yine aynı şekilde Zimbabve’de, Zambiya’da bile Osmanlı Devleti’nin etkilerini görebilirsiniz. Uganda’da mesela bir Osmanlı paşası vardır, Emin Paşa. Gerçi sonu çok feci olmuştur ama Türkler deyince size hemen Emin Paşa’yı gösterirler. Bunun çok örnekleri vardır.

Bu kahramanların Osmanlı ile, şu anda da Türkiye ile Afrika arasında bir köprü özelliği taşıdığını görürüz. Hem bunu o bölgeye giden Türkler yapmış, hem de kendilerini Osmanlı hisseden, Türkler’le birlikte hisseden bu kişiler yapmışlardır. Musa’nın Trablusgarp’taki mücadelesi, Musa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki verdiği mücadele, Osmanlı Devleti’ne bağlılığı daha sonraki Sudan halkı için de önemli bir etki bırakmıştır. Bugün hala Sudan-Türkiye ilişkilerindeki temel noktalardan birisinin de bu kahramanların bina ettiği çalışmalar olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün biz Sudan’a gittiğimizde derinlikli olarak bir Türk sevgisi görüyoruz. Bu ilginin arkasında bu kahramanların verdiği mücadele yatmaktadır. Bugün Sudan’da iş yapan firmaların Türklerden seçilmesinde en önemli etki Türkiye’ye olan sevgidir.

Bunu biz Burkina Faso’da da görüyoruz. Burkina Faso neresi, Osmanlı Devleti neresi… Siz Türk firması deyince, Türkler geldi deyince size karşı değişik bir ilginin olduğunu görüyorsunuz. Osmanlı Devleti’nin bundan 200 yıl kadar önce Burkina Faso ile, Nijer bölgesiyle kurduğu ilişkinin, hatta Gana ile kurduğu ilişkinin temellerinde bile ta o sıralarda Osmanlı Devleti’nin sefirlerinin o bölgeye gönderilmesinin büyük bir etkisi var. Bunlar unutulmuyor o bölge halkı tarafından ve yaşatılıyor.

 

“Siz Abdülhamid’in
çocukları mısınız?”

 

Harar bölgesi var Etiyopya’da. Harar’a gittiğinizde Ahmet adında bir ilim adamı vardır. Meşhurdur. Âmâ birisidir kendisi. Ve sizi ilk karşılayan odur. Ve sorar size: “Siz Osmanlı’nın, Abdülhamid’in çocukları mısınız?” der. Çünkü Abdülhamid o bölgeye ilk camiyi yaptıran insandır. Yine Kızılay’ı o bölgede kuran kimsedir. Yine oraya Osmanlı sefirini gönderen kimsedir. Yani Osmanlı Devleti’nin Etiyopya’daki Harar’daki izlerini, o âmâ alimin anlattıklarında görebilirsiniz. Ve o der ki size “Siz bizim efendilerimizsiniz.” Bu “efendiler” terimi negatif olarak anlaşılmamalı. Siz bize sahip çıkanlarsınız. Çünkü Hristiyan Etiyopyalılar karşısında bize en büyük desteği veren sizlersiniz der.

Bugün Somali kıyılarında bir Osmanlı varlığının etkisini görmekteyiz. Somali’de yaşayan halkın Türkiye’ye bağlılığının temelinde Osmanlı’nın o bölgeye yapmış olduğu yardımlar vardır. Yine Eritre’de o bölgedeki adalarda Osmanlı deyince akla hemen Türkler gelmektedir.

Çok ilginç bir örnek Zanzibar’dır. Zanzibar’a Osmanlı Devleti’nin çok fazla etkisi olmamıştır. Ama Zanzibar’da yine Türkler deyince akla Osmanlı gelir. Çünkü Zanzibar’a gelen Osmanlı tüccarları orada farklı bir hem ekonomik hayat hem de sosyal hayat inşa etmişlerdir. O bölgeye gelen Ummanlılar ve Yemenliler genellikle halkı köle olarak değerlendirmişler. Fakat Osmanlı Türkleri halkı kendilerinden bir sınıf olarak görmüşler, kendileri gibi onlara değer vermişlerdir. Hatta bu yüzden orda bir söz vardır. Türk gibi olmak diye, Zanzibar’da. Bunun örneklerini çok sayıda Afrika ülkesinde görebiliriz.

 

Osmanlı-Afrika ilişkisi üzerinden bugüne baktığımızda, bugün hangi seviyedeyiz, nasıl bir projeksiyona sahip olmalıyız?

Türkiye-Afrika ilişkileri istenilen noktada değil. Türkiye’nin Afrika açılımı 2005 yılında başladı. Bu açılım bir nevi köklerden yeniden doğdu denilebilir. Çünkü o tarihe kadar Kuzey Afrika dışında çok ciddi bir Türkiye-Afrika ilişkilerinden söz etmek mümkün değildi. Bakın 2005 yılından itibaren aşama aşama başladı bu. Fakat bu kesinlikle yeterli değil.

Şu anda biz hala Afrika’yı tanıma aşamasındayız. Afrika’da var olmak aşamasında değiliz henüz. Çin’in, İngiltere’nin, ABD’nin, Fransa’nın hatta Portekiz’in Afrika’da etkisi çok çok fazladır. Bizim avantajımız şu. Bunlar bir sömürgecilik geleneğinden geliyorlar ve kurduğu ilişki sömürgecilik sonrası bir ilişki. Bizimkisi öyle bir şey değil. Karşılıklı herkesin eşit olduğu, eşit planda işler yaptığı bir ilişki. Bu noktada bizim avantajımız var fakat biz yolun çok çok başındayız.

Bugün kurulan ilişkiler artık birebir ilişkiler olmaktan çıkmalı. Biz daha önce ne yapıyorduk? Sudan’la ilişkiler kuruyorduk. Somali’yle ilişkiler kuruyorduk. Artık bu ilişkilerin boyutunun biraz daha değişmesi gerekiyor. Bu ilişkiler daha çok bölgesel ağırlıklı ilişkiler zemininde olması gerekiyor. Eğer biz Kenya’yla ilişki kuracaksak bunun Somali’yi etkilemesi gerekiyor, Etiyopya’yı etkilemesi gerekiyor, Cibuti’yi etkilemesi gerekiyor. Gana ile ilişki kuracaksanız Liberya’yı, Nijerya’yı, Sierra Leone’yi etkilemesi gerekiyor. Daha bölgesel ilişkiler içerisine girmemiz lazım.

 

“Afrika’da bazı ülkelerde
Çin’in bile önündeyiz”

 

Bir diğer nokta da şu. Türkiye’de Afrika yeterince tanınmıyordu. Fakat bazı çalışmalarla son yıllarda tanınmaya başladı. Afrikalılar Türkiye’yi yeterince tanımıyor. Artık biz Afrikalılara Türkiye’yi tanıtma dönemine girmeliyiz. Şu aşamayı geçtik. Artık Türkiye’de Afrika denince bir algı oluşuyor, belli bir potansiyel olduğu anlaşılıyor. Ama Afrika’da Türkiye deyince nedir, bunun hatlarını biz genel olarak Afrika insanına göstermek zorundayız. Bu noktada daha yeniyiz. Fakat hükümetin yaptığı çalışmalar bütün hızıyla sürüyor ve Afrika’da Türk Hava Yolları’nın, TİKA’nın, Anadolu Ajansı’nın önemli çalışmaları var. Bu sayede Türkleri daha da yakından, Türkiye’yi de daha da yakından tanıyorlar ve Türkiye-Afrika ilişkilerinde önemli dönüm noktaları artık yavaş yavaş gerçekleşmeye başladı. Hatta bazı ülkelerde Türkiye Çin’in dahi önüne geçmeye başladı. Şu anda bilindiği üzere Çin, Afrika’nın yaklaşık büyük bir bölümünde ABD’den, Fransa’dan daha fazla etkiye sahip. Fakat şu anda bazı ülkelerde Türkiye’nin Çin’den daha fazla etkili olduğunu da görebiliyoruz. Bu daha başlangıç… Biz Türkiye-Afrika ilişkilerini daha iyi, güçlü bir zemine kaydırmayı düşünüyoruz.

 

“Dönüştürmeyi değil, yardımcı olmayı ve birlikte gelişmeyi öncelemeliyiz”

 

Sudanlı Musa gibi öncü isimlerle olan  gönül bağı ile birlikte Türkiye-Afrika ilişkilerinin seviyesi daha da yükselir mi, ne dersiniz?

Şimdi biz Afrika’ya yaklaşırken öncelikle yardım örgütleri vasıtasıyla, yardım dernekleri vasıtasıyla yaklaştık ve Afrika’yı böyle sıkıntılar içerisinde, acılar içerisinde, problemler yaşayan bir kıta olarak gördük. Aslında bu bir açıdan doğru bir açıdan yanlıştı. Afrika’ya yaklaşırken yine tamamen dini değerlerimizi ön planda tuttuk. Bu bir açıdan doğru, bir açıdan yanlıştı.

Yanlışlığı şurada. Şimdi Afrika’yı genel olarak düşünmek gerekiyor. Afrika’yı bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Afrika’yı bölmemek gerekiyor. Müslüman Afrika, Hristiyan Afrika, Animist Afrika olarak bölmemek gerekiyor. Çünkü bu bölgeye zaten Hristiyanların, misyonerlerin girişi, mesela Tanzanya’ya, 19. yüzyıldadır. Kenya da öyleydi mesela. Kenya’da yüz yıl önce Müslümanların nüfusu yüzde 60’tı. Şu anda yüzde 10. Bir dönüşüm var. Bir Hristiyanlaştırma çabaları var. Biz bu noktada onları bir dönüştürmeye yönelik değil onlara yardımcı olarak, onları destekleyerek, onlarla birlikte olarak bu işin içerisinde olmamız gerekiyor. Yoksa biz İngilizlerin, Fransızların yaptığından farklı bir şey yapmış olmayız. Kendi dinimizi götürmek, kendi kültürümüzü götürmek, kendi sanatımızı götürmek… Böyle bir anlayışa kesinlikle bulaşmamamız gerekiyor. İslam medeniyeti zaten evrensel bir medeniyet. İslam medeniyeti var olan medeniyeti yıkmaz, o medeniyete katkıda bulunur. Afrika kültürü çok zengin bir kültür. Biz o Afrika kültürünü yok etmek yerine Afrika kültürünü İslam’la taşıdığımız değerlerle zenginleştirme yoluna gitmeliyiz. Ve yine tercihleri onlara bırakmalıyız. Onları kendimiz yapmamalıyız. Afrika’yı Afrika olarak görmeliyiz.

Bu anlamda İslam’ın önemli bir etkisi var. Sadece Kuzey Afrika’da değil, Orta Afrika kuşağında da İslam’ın önemli bir yansıması var. Fakat bunu ayırt edici bir özellik olarak kullanmamalıyız. Eğer bunu bir farkındalık olarak oluşturursak bu ileride bizim hem Afrika insanına hem de bizim kendi insanımıza algısına zarar verir. Bu yoldan kesinlikle kaçınmamız gerekir. Fakat biz onlara ne olduklarını hatırlatmalıyız. Kenya’daki Müslümanlara, Tanzanya’daki Müslümanlara, Mozambik’teki Müslümanlara, Güney Afrika’daki Müslümanlara ne olduklarını hatırlatmalıyız. Özellikle Güney Afrika İslam bağlamında önemli bir ülke. Orada Müslümanların nüfusu çok az olmasına rağmen bir görünürlüğü var. Bu görünürlük üzerinden biz karşılıklı ilişkileri geliştirebiliriz ve Güney Afrika biliyorsunuz Afrika’nın güneyinin giriş kapısı. Güney Afrikalı Müslümanlar yoluyla biz Güney Afrika’da güçlü temeller atabiliriz. Sağlam ilişkiler kurabiliriz.

Bunu aynen Mozambik’te de yapabiliriz. Somali’de de yapabiliriz. Fakat bunları yaparken kesinlikle şuna dikkat etmemiz lazım. Etnik ve dini farklılıklar arasındaki çatışmalarda rol oynamamız gerekiyor. Bizim o problemleri ortadan kaldırıcı, çözümleyici olmamız gerekiyor. Örneğin Fransızların Somali’de yaptıkları, İngilizlerin, İtalyanların Somali’de yaptıkları hataya düşmememiz gerekiyor. Bugün Somali niye bu problemleri yaşıyor? Çünkü Somali dört bölgeye ayrılmış durumda: İngiliz Somali’si, Fransız Somali’si, İtalyan Somali’si ve Etiyopya Somali’si. Yani bugünkü Somali’nin yaşadığı problemlerin temelinde sömürgecilerin yıllardır o bölgeye uyguladıkları yaptırımlar var. O bölgeyi yeniden inşa etme korkuları var. Bizim bu korkulara yaklaşmamamız gerekiyor. Afrika’yı bir bütün olarak kabul etmemiz gerekiyor. Afrika’yı bir kültür olarak kabul etmemiz gerekiyor. Onların bize bir şeyler vermesi, bizim de onlardan bir şeyler almamız gerekiyor. Yani Cumhurbaşkanımızın dediği “kazan kazan” politikasıyla hareket etmemiz gerekiyor bütün alanlarda.